Bayramda İstanbul ile ilgili çok güzel bir televizyon programı vardı. İstanbul’un yer altındaki gizemlerini anlatılıyordu. Özellikle Osmanlı zamanında yapılan yer altı çalışmaları inanılır gibi değildi. Temiz ve pis su kanalları şehri bir baştan diğer başa dolaşıyordu. Bu kanalların içinde orta boylu bir insanın gezebileceği kadar büyük oldukları ifade ediliyordu. Kanalların temizlikleri periyodik olarak yapılıyormuş. Yani Osmanlı’, İstanbul’un fethinin ilk gününden itibaren başkentinde tam bir modern şehircilik örneği sergilemiştir.

Küçük bir beyliğin, dünya imparatorluğu haline gelmesi tesadüf olmasa gerek. Yapı kalitesinde de aynı titizlik ve ciddiyeti görebiliriz. Büyük depremlere rağmen yüzyıllardır ayakta duran camiler, çeşmeler, köprüler, hanlar, hamamlar saymak mümkündür. Acı sonların önüne geçmek, felaket gelmeden tedbir almakla ancak sağlanır. Bu tedbirler geleceğimize ışık tutacaktır.

8 Mart 2010 da Başyurt-Karakoçan da meydana gelen deprem yurdumuzu acıya boğmuştur. Bu acıyı belki bizler unuttuk ancak Okçular, Tabanözü, Yukarı Demirci, Aşağı Demirci, Yukarı Kanatlı, Aşağı Kanatlı Köyleri unutmadılar. Sevdiklerinin acıları hala çok tazeydi. Sayın Valimiz Muammer Muşmal ve Elazığ basın kuruluşları, bayramda onları yalnız bırakmadı ve acılarını tüm Elazığ ile paylaşmalarını sağladılar. Görülen o ki, deprem acısı çekenlerle kalıyor. 8 Martta devlet imkânlarını vatandaşımıza tüm kurumlarıyla sunmuştur. Acılar en kısa zamanda sarılmaya çalışılmıştır. Depremden sonra birçok toplantı yapılmış, tedbirlerin genel ve sürekli olması ifade edilmiştir. (Hatta acil olarak, çok çalışanlara ödüller verilmiştir…) En sonunda da her zaman ki gibi deprem bir daha kendini hissettirene kadar bu problem rafa kaldırılmıştır.

Ülkemizde sürekli bütçe açıklarının sebepleri araştırılmakta ve yeni ekonomik yol haritaları ortaya koyulmaktadır. Ankara Ticaret Odası’nın raporuna göre 1999 yılı sonunda Türkiye’nin 42 milyar dolar düzeyinde bir iç borç stoku bulunuyordu. 1999 yılında meydana gelen Marmara depremlerinin ülkemize hesaplanabilen maliyetinin 20 milyar dolar olduğu ifade edilmektedir. Buradaki rakamlardan deprem tehlikesinin boyutu ve ülke gündeminde bulunması gereken güncellik düzeyi ortaya çıkmaktadır.

Şahısların, kurumların veya ülkelerin hedeflerinin çok büyük olması takdirle karşılanacak bir durumdur. Ancak bu büyük hedefler için yola çıkmadan önce zaafların, eksikliklerin ve tedbirsizliklerin giderilmesi gerekir. Yoksa herkes bilir ki, Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan olanlar çoktur.

Bugün Pakistan’ın içler acısı durumu ortadadır. Pakistan’ın Türk Milleti için önemi bir başkadır. Onlarla olan bağımız; tarih bağı, gönül bağı, duygu bağı, inanç bağı, sevgi bağı, vefa bağıdır. Kızılay aracılığıyla yapılacak yardımlar arzu edildiği şekilde yerine ulaşacaktır. Sel felaketi ülkeyi bitme noktasına getirmiştir. Türk Milleti’nin Pakistan’la ilgili üzerine düşenleri yapacağına olan inancımız tamdır.

Eylül 2009’u hatırlamanızı isterim. İstanbul sel felaketi ile boğuşuyordu. İkitelli’deki tır garajı hala hafızalarımızdan silinmedi. Belki yağmur birkaç gün daha devam etseydi, Türkiye’nin geleceği değişecekti. Selden sonra imar ve şehirleşme tartışıldı, aradan geçen kısa zamandan sonra yine doğal afetler konuşulmaz oldu. Türkiye’nin ciddi anlamda teknik sorunları vardır ve bu sorunlardan kaçarak kurtulamaz.

2023 yılı herkesin dilinde, cumhuriyetimizin 100. Yılı. Türkiye’nin Dünya da en güçlü devletlerarasında üst sıralarda olması hedeflenen tarih olarak görülüyor. Tabiî ki, en büyük dileğimiz bu idealin gerçekleşmesidir. Acaba bu hedeflere koşarken, mevcut durumumuzu koruyacak mühendislik tedbirlerini alıyor muyuz?

Ülkemizde imar, şehirleşme, yapılaşma, alt yapı çalışmaları, birçok kurum ve kuruluşun kanuni ve vicdani sorumluluğu altındadır. Bu sorumlulukların sınavı; deprem, sel, çığ ve heyelan gibi doğal olaylardır. Bu doğal olayların adının doğal afet olması, sınavları başarısız tamamlamamız anlamına gelmektedir.

İlk ve son söz: Acı sonların önüne geçmek, ancak felaket gelmeden tedbir almakla sağlanır…