Bireysel problemlerde olduğu gibi toplumsal problemlerde de konuyu derinlemesine incelemek şarttır. Eğer gerçek sorunu tespit edemiyorsanız, çözüm için verilen çaba anlamsız olacaktır. Yere düşüp kolunu kıran insana teşhisiniz; kırık yerine, incitme olursa tedavi olarak; alçıya alma yerine fizik tedaviye gönderirseniz, tedaviden olumlu sonuç almak bir yana belki bir sakatlığa sebep olursunuz.

Doğru tedavi doğru insanla başlar yani kolu kırılan kişi doktora gitmelidir. Gittiğiniz doktorun branşının ortopedi olması gerekir ki, size doğru teşhis koysun ve uygun tedavi yöntemleri izlesin.

Bıçak boğaza dayanmadan bazı konuları gündemimize almadığımız çok açıktır. 1992 de Erzincan Depremi’nden sonra çok önemli tartışmalar yaşanmıştı. Deprem zararları nasıl azaltılır, korunma çareleri nelerdir diye aylarca deprem gündemin baş maddesiydi. Hastanelerin ve okulların depreme dayanıklı yapılması, yapı denetimi, beton kalitesi ve nice önemli konular gündeme geldi.

O gün bu konular gündemdeydi çünkü yüzlerce vatandaşımız hayatını kaybetmişti. Ancak o gün gündem de olan deprem yönetmeliği 1998 yılına kadar değiştirilmedi. Hadi değiştirilmedi ondan vazgeçtik mevcut 1975 deprem yönetmeliği kurallarının uygulanmaması devam etti. Nereden biliyoruz uygulanmadığını? Bizim incelediğimiz binalar bir yana zaten her depremden sonra gerçek bir kez daha ortaya çıkmıyor mu?

1992 de Erzincan Depremi’nden sonra gerçek tedbirler alınsaydı, 17 Ağustos 1999 da yaşanan facianın önüne geçilemez miydi? Yanı başımız da 2003 Bingöl Depremi’nde bir memleket daha harap olmayacaktı.

Marmara depreminin ekonomik boyutlarına ilişkin TMMOB’un yaptığı saptama ekonomi-deprem ilişkisini gözler önüne sermektedir. Türkiye GSMH’sinin %40’ının üretildiği deprem bölgesinin, sanayi katma değeri içindeki payı %46.7 seviyesindedir. Deprem illeri olarak Bolu, Bursa, Eskişehir, İstanbul, İzmit, Adapazarı, Yalova ve Zonguldak, ülkemizdeki toplam işyerinin %48.3’ünü, istihdamında %47.4’ünü barındırmaktadır (1999 yılı verileri.)

Deprem zararları aslında sosyal bir yaradır. Bu yaranın sebeplerini görmemezlikten gelemeyiz. Türkiye’nin ekonomisinin neredeyse tamamı diyebileceğimiz önemli bir bölümü birkaç bölgede toplanmaktadır ve maalesef bu bölgelerin yine çok önemli bir çoğunluğu riskli deprem kuşağında yer almaktadır. Geçmişte bunun acısı yaşanmıştır. Hal böyle olunca köyden ümidini kesen vatandaşlarımız soluğu büyük şehirlerde almışlardır. Ticari etkinliği gibi nüfusu da büyüyen bu bölgelerdeki gece kondular ve çarpık yapılaşma ülkemizin yeni bir problemi değildir.

Sanayi bölgelerinde olan depremler hem ekonomik açıdan büyük zararlar vermektedir hem de can kaybı sayısını büyük ölçüde artırmaktadır. Dolayısıyla deprem zararlarının azaltılması sadece depreme dayanıklı bina inşa etmekle mümkün değildir. Türkiye’nin sosyal yapısı anlamında da önemli projelerin hayata geçirilmesini gerektirmektedir.

Bugün TOKİ’nin şehir merkezlerinin dışında yerleşim yerleri oluşturması, modern yerleşim yerlerinin kurulması ile beraber hayalet mahallelerinde yolunu açmaktadır. Eski şehir merkezi diye tabir edilen bölgelerdeki evlerde boş kalmamaktadır. Buralar doldukça köyler boşalmakta, Türkiye şehir ülkesi haline gelmektedir.

Şehirler ülkesi Türkiye’yi nelerin beklediğini kestirmek çokta zor değil. Artan işsizlik oranını kısa bir süreliğine yeni üniversitelerle durdurduk ancak bugün o sıralarda okuyan gençler göz açıp kapayıncaya kadar mezun olup iş bekleyecekler. Kendimizi kandırmayalım, biz balık tutmayı öğretmiyoruz, o nedenle insanlar balık istemekte haklıdırlar.

Bakınız deprem dedik, konu göçten, ekonomiden, işsizlikten çıktı. Çünkü toplumu ilgilendiren konuları yalın ele almak mümkün değildir. Problemler ancak koordinasyonlar ile çözülebilirler.

Bugün kuyuya kurtuluşumuz için uzatılan ip, yarın dayanamayıp koptuğunda sonumuz olabilir. Çevreden kuyuya uzatılan her ipi kurtuluş olarak görmek ancak çaresizliğin göstergesi olabilir. Türk Milleti çaresiz değildir aksine çareler benliğimizde, kimliğimizde gizlidir. Yetişmiş insanlarımız vardır ve sorunların ülkemize uygun çözümleri rahatlıkla üretilebilir. Büyük milletler devletlerini yüzyıllık projelerle lider devlet statüsüne getirirler. Günübirlik konular, projeler veya çözümler milletimizi gönüllerdeki seviyeye kavuşturmayacak gibi görünmektedir.

Depremi sürekli gündeme taşımamızın nedenini az da olsa anlatmaya çalıştım. Konu sadece deprem değildir, bu olay sosyal bir problemdir. Ülkemizin bir gerçeğidir. Söz yerini bulana kadar elimizden geldiği kadar anlatmaya devam edeceğiz.

*****              *****

Murat KUŞÇUBAŞI’nın Elazığ’ın Büyük Şehir olma konusundaki değerli yazıları hız kesmeden devam ediyor. Üniversite’de, sokakta, dernekte gördüğümüz kadarıyla yazılar ses getirdi inşallah istenilen şekilde de sonuçlanır. Maalesef siyasi anlamda hiçbir açıklamanın veya çalışmanın olmadığını görmek, memleketimiz adına üzücüdür.

Fırat İnşaat Mühendisleri Derneği (FİMDER), Elazığ’ımızın büyükşehir olma yolundaki (yola çıkabilirsek) üzerine düşen her yükü taşımaya hazırdır. Her hafta günışığında sizlerle buluşmamızın da gayesi, duvara bir tuğla koyma gayretidir. Memleketimiz; sosyal, kültürel, ekonomik ve turistik yapısıyla gönüllerimizin büyük şehridir. Bunu gerçeğe dönüştürmek için biz zincire halka olduk, sıra sizde… Haydi Elazığ…