11 Mart 2011 tarihinde Japonya’da, alarmlar deprem için çalıyordu. Televizyon görüntülerinden hatırlayacaksınız, markette rafını düzenleyen market görevlisi, kendisi kaçmak yerine bozulmasın diye raftakileri tutmaya çalışıyordu. Ancak bu görevlinin kendilerine doğru yaklaşan dev dalgalardan haberi yoktu.

Tsunami’den kaynaklanan dev dalgalar Kesennuma’yı adeta yok etti. Üzüntü sadece Japonya’da değil Dünyanın her yerinde hissedildi.

Geçen yıl mart ayında olan bu felaket, yaklaşık 16 bin can aldı, 6 bini aşkın kişi yaralandı. 3 binden fazla kişi ise kayıtlara “kayıp” olarak geçti. Şu anda bile sürdürülen aramalara rağmen cesedine ulaşılamayanların sağ olma ihtimali değerlendirildiğinde, can kaybının 19 bin olarak ifade edilmesi doğru olacaktır.

Kesennuma’da limanda değil, şehrin ortasında duran 330 tonluk dev tanker adeta depremin simgesi haline geldi.

Ulusal medyada Kesennuma şehrinin geçen yıl ve bu yıl ki fotoğraflarını bulabilirsiniz. İki fotoğraf arasındaki tek fark çöplük gibi görünen enkaz yığınlarının ve atıkların ortadan kaldırılmış olmasıdır.

Yapılaşma anlamında bir gelişmenin olmadığı görülmektedir. Bu durum, felaketin boyutlarını bir kez daha ortaya koymaktadır. Bir yılda ancak çöpler ortadan kaldırılabilmiştir.

Tsunamiden sonra aralarında çok sayıda kamu binasının da bulunduğu 125 bini aşkın bina yıkılmış veya ağır hasar görmüştür.

Dünya bankası uzmanları felaketin maddi kaybını 235 milyar dolar (420 milyar TL) olarak açıkladılar. Yani bizim eski parayla 420 katrilyon bir kayıp var ortada.

Bu deprem ve tsunami, dünya tarihinin en pahalıya mal olan doğal afeti olarak değerlendirilmektedir.

Öyle değil midir? Yara açmak kolay ama yarayı tedavi etmek çok zordur. Tedavi etmek, emek ister, para ister, doktor ister ve her şeyden öte “zaman” ister.

Tüm imkânlarınızı seferber etseniz de, yara açıldığı hızla asla kapanmaz. Zaman geçtikçe yara kapanır ama kapanırken acı verir, kapanır ama izi hep kalır.

Japonlar gibi depremlere bu kadar hazırlıklı bir milletin yaşadıkları aslında ibret vericidir (tabi almasını bilenlere). Birde hazırlıksız olanlar var, vay onların haline. Yorum ve takdir sizindir.

Yapı sokumuzun deprem dayanımının yetersizliğinden kaynaklanan tehlikeyi ne kadar farkındayız bilemiyorum ama ortada traji-komik bir durum var. O da halen yapı stokumuzun kesin miktarının bilinmemesidir. Bu durum Elazığ içinde aynıdır.

Tehlikenin boyutunu anlamak veya kentsel dönüşümün (yapısal yenilenme anlamında) nereden başlayacağına karar vermek için, yapısal risk bölgelerini bilmek gerekir.

Öyle ise ilk önce mevcut yapı stokunun ve risk haritasının belirlenmesi gerekmektedir.

Unutmadan söylemekte fayda var, yapısal risk haritasını çıkarmak için hükümetimizin kanun çıkarmasını beklemeye gerek yok. Çünkü bu işlemi yapmanın önünde kanuni bir engel yok.

Bu çalışmaların yapılabilmesi için, gerekli teknik ekipler birçok kurumda var, akademik alt yapı var, teçhizat ve operatörleri var.

Olmayan nedir ki, bu çalışmalar yapılmıyor? Derseniz, işte o sorunun cevabını araştırmanız lazım.