11 Mart 2011 tarihinde Japonya’da 8.9 büyüklüğünde olduğu söylenip daha sonra 9.0 olarak düzeltilen bir deprem meydana geldi. Televizyon ve internetten takip ettiğimiz videolar dehşet vericiydi. Depremin şiddeti çok büyük olmasına rağmen, can ve mal kaybına sebep olan yer sarsıntısından ziyade tsunamiden kaynaklanan dalgalar olmuştu.

Japonya’da tsunamiden etkilenen şehirlere bakıldığında bu şehirler bir daha eski haline gelmez diyebiliyorsunuz. Ortalık adeta savaş alanı gibi görünüyor. Evlerin çatısında duran araçlar, yolların ortasında duran gemiler ve okyanusun ortasındaki evler durumun ciddiyetini kelimelere gerek kalmadan anlatıyor.

Japonya ile beraber elbette insanlık adına dünya seferber olacak ve yaralar sarılmaya çalışılacak. Bu konuda Japonlar dünyada örnek milletlerden birisidir, mutlaka yaralarını en kısa zamanda saracaklardır. En endişe verici olaylardan biriside nükleer santraldeki sızıntı ihtimalidir.

Japonya’da onlarca nükleer santral var. Böylesine şiddetli bir depremde sadece bir tanesinin hasar görmüş olması aslında Japonya’nın yapı tasarımı hususundaki başarısını ifade etmektedir. Bu konuda Türkiye ikiye ayrılmış durumda. Ancak nükleer santral karşıtı olanların bir kez daha barajların bir ömrü olduğu ve enerji bağımlılığımızın gitgide dış ülkelere bağımlı olduğu konusunu gözden geçirmeleri gerekir.

Japonya Depremini televizyonlardan seyreden birçok kimsenin eminim aklından şu soru geçmiştir, bizim ülkemizde böyle büyük bir deprem olsa ne olurdu? Maalesef bu sorunun cevabını düşündüğünüzde kaleme almak insana çok zor geliyor. Çünkü cevap açık ve net ortadadır. Cevabı; 1992 Erzincan Depremidir, 1999 Marmara Depremleridir, 2003 Bingöl Depremidir, Başyurt-Karakoçan Depremidir…

Kimilerine göre yapacak bir şey yok, Takdiri İlahidir. İlahi olan elbet gerçekleşecektir, önemli olan bizim üstümüze düşeni yapmamızdır. Bugün Japonya’yı kimse şöyle-böyle yapsalardı böyle olmazdı diye eleştiremiyor. Çünkü erken uyarı sistemi sayesinde binlerce kişinin hayatı kurtuldu, yani ellerinden geleni yaptılar. Tsunaminin zarar verdiği binaların dışında depremde can kaybına sebep olan bina yok gibiydi.

Bu konuda yapılması gereken öncelikli işler, ilk önce özeleştiri sonra icraattır. Japonya depreminin bize tartıştıracağı konu nükleer santral yapılıp yapılmaması değil, deprem dayanımı yetersiz ülkemiz yapılarının ne zaman kentsel dönüşüm ile yenileneceğidir.

1992 Erzincan, 1999 Marmara ve 2003 Bingöl Depremlerine rağmen yapı denetim sistemi 2011 yılında başlamıştır. Betonda çok önemli bir adım olan G Belgesinin gereği maalesef yapılamamıştır ve betonun denetim eksikliği hala devam etmektedir. TOKİ tarafından inşa edilen konutlar hep şehir merkezlerinin dışına inşa edilmekte ve şehir merkezleri deprem etkilerine ve olumsuz sosyal yaşama terk edilmektedir. Kentsel dönüşümün önündeki engellerin kaldırılması ile ilgili kanun tasarısı çalışmaları istenilen boyutta değildir. Bu söylenilen sözler yıkıcı değildir, özeleştiridir. Yıkıcı olan depremdir ve eğer bu tavrımızla ülkemizin herhangi bir yerinde depreme yakalanırsak, çok büyük acılar yaşayacağımızı kestirmek kehanet değildir.

Ülkemizin önemli merkezlerini sürekli İstanbul’a taşıma gayretindeyiz. Türkiye’yi İstanbul’dan ibaret haline getirmenin anlamı, en basit haliyle önemli bir plansızlıktır. İstanbul gibi, her bölgede birkaç ilimizin olması ülkemizin gücünün de dengeli dağılması anlamına gelir ve ülke stratejisi açısından da bu gereklidir.

Sözün kısası, Japonya’da deprem olduğunda gündemimizi deprem dayanımı yetersiz yapı stoku değil, nükleer santral konusu işgal ediyorsa söylenecek çok söz kalmamıştır.