Japonya’nın kuzeydoğusunda Cuma günü akşam, 7.4 büyüklüğünde bir deprem daha meydana geldi. 7.4 büyüklüğündeki depremde 4 kişi öldü. Japon Jiji ajansının verdiği bilgilere göre ölen kişiler 63, 79, 83 ve 85 yaşındalar ve hepsinin sağlık sorunları varmış.

Japonya’da 11 Martta meydana gelen 9.0 büyüklüğündeki depremin artçısı olduğu belirtilen sarsıntıda yaklaşık 140 kişide yaralandı ve milyonlarca ev elektriksiz kaldı.

7.4 büyüklüğünde bir deprem Türkiye’nin neresinde olsa kıyamet anlamına gelir demek yanlış olmaz. Düşününki, 7.4 artçı deprem ve Japonya 9.0 büyüklüğündeki depremle imtihan veriyor. Artçı depremin merkez üssü farklı bir bölge ve ölü sayısının sadece 4 olması dikkat çekicidir. Elbette gönül ister ki, can kaybı hiç olmasın, burada önemli olan bize cehennemi yaşatacak bir deprem, başka bir ülkede sadece 4 can alıyor.

Seçim tarihine ve aday listelerine yoğunlaşılan bugünlerde, gazetelerde Japonya’daki bu artçı deprem son sayfalarda iki satır yazıyla kendine yer bulabildi. Ülkemizin deprem gerçeği maalesef yetkililerce hakkıyla önemsenmemektedir. Bu konuda kalıcı ve sürekli adımlar atılmadıkça ve mevcut deprem dayanımı yetersiz yapı stoku yenilenmedikçe, risk altında olmaya devam edeceğiz.

Bu risk sadece şahısların can güvenliği riski değildir. Bu risk ülke güvenliği riskidir. Bugün İstanbul 1.0 deprem bölgesindedir. İstanbul Türkiye’nin kalbidir, beynidir, ne derseniz deyin, sonuçta bu kilit bölge çok büyük deprem riski altındadır. Ancak buna rağmen İstanbul’un büyümesinin önüne geçilmemektedir.

İstanbul’un büyümesinin önüne geçmek demek, İstanbul’u küçümsemek değildir. Elbette İstanbul değil ülkemizin, dünyanın önemli şehirlerinden biridir. Ancak bir hususa dikkatinizi çekmek isterim. İstanbul diğer illerin her türlü özelliği ile karşılaştırıldığında açık ara öndedir. Özellikle ekonomi anlamında zirvededir. Gelişmiş ülkeler incelendiğinde, gücün tek bir ilde değil, ülke geneline dağıtıldığı görülmektedir. Avrupa ve Amerika dikkatle incelenirse, gücü dağıttıkları, tek bir bölgede toplamadıkları görülmektedir.

Ülkemizin bu konuda bir politikasının olmaması üzücüdür. 3 kıtadan Anadolu’ya sıkıştık yetmedi, kendimizi şimdide Marmara Bölgesine sıkıştırmaya çalışıyoruz. Ülkemiz bir yarımada konumundadır. Birçok liman şehri ve ekonomi merkezi oluşturulabilir. Bu durum hem stratejik hem de deprem riski açısından doğru hamle olacaktır.

Aslında konuya deprem diye başlayınca birçok alt konu başlığı açılıyor ve birkaç kişinin depremle ilgili sorunlara çare olması mümkün değildir. Bu konular ancak siyasi iradenin çalışmalarıyla doğru alanlarda ilerleyecektir. Açılan konu başlıklarından biride şehirciliktir.

Notalar, sol anahtarının yanında ustasının kaleminden yazıldıklarında nasıl ahenkli bir müzik oluşturuyorsa ve bu bir sanatsa, şehircilikte bir sanattır. Uydu fotoğraflarından Nailbey Mahallesine hiç baktınız mı? Şehircilikteki sanatı o fotoğrafa ve yeni mahallelerin fotoğrafına bakarak fark edebilirsiniz. Parsellerin düzeni, sokakların düzgünlüğü (tabiî ki günümüz standartlarına göre geniş olabilirdi) günümüz mahallelerinde yakalanamamıştır.

Yağmur yağdığında, yolların nehir olmaması bir sanattır. Bir inşaat kazısı yaparken hiç beklenmedik bir yerden geçen su borusunun patlaması artık bizim için sürpriz değildir. Her ilin yağmur suyu şebekesi, içme suyu şebekesi ve tüm alt yapısının haritasının olmasının adı şehircilik sanatıdır.

İllerin nüfusları artmadan şehir merkezlerinde raylı sistem için uygun güzergâhlar ayrılması hatta metrolar için uygun güzergâhlar ayrılması, sokaklardaki otomobil çöplüklerinin yerini çok katlı otoparkların alması, şehircilik sanatıdır.

Kimlerin aday olacağını merak ettiğimiz kadar geleceğimizi merak etsek, büyük problemleri küçülteceğiz ve çözeceğiz. Türkiye’de deprem olduğunda, insanların panikle kaçmaları yerine düşmesin diye eşyalarını tuttuğu günlerin en erken zamanda gelmesi dileğiyle…