Öncelikle depremin meydana geldiği kırsal kesimde, evleri oturulamaz durumda olan vatandaşlarımıza, Elazığ’ımıza ve ülkemize geçmiş olsun. Depremi ucuz atlattık demek sanırım yerinde olacaktır. Deprem bölgesindeki yüzlerce ağır hasarlı yapıdan dolayı evlerinden olan vatandaşlarımız için elbette depremin sonucu çok acı oldu. Ancak buradaki teselli durağımız can kaybı olmamasıdır. Elazığ’ımızın güzel tabiri ile, “bir verdiğimiz vardı da önüne geldi”.

Perşembe günü (23.06.2011) meydana gelen 5.3 büyüklüğündeki deprem Elazığ-Maden Depremi olarak literatürdeki yerini aldı. Ana şokun ardından birçok artçı deprem meydana gelmiştir. Depremin derinde olması ve kısa sürmesi can kaybı olmamasındaki en önemli sebepler olarak görülebilir.

Depremin meydana geldiği bölge Türkiye Deprem Bölgeleri Haritasında da birinci derece olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani riskli bölgedir, her an yıkıcı bir deprem meydana gelebilir. İlk meydana gelen 5.3 büyüklüğündeki sarsıntı Kartaldere Köyü’ne oldukça yakındır. En büyük artçı sarsıntı ise yine Kartaldere’nin kuzeybatısında yer almaktadır. Bu nedenle bu köyümüz depremden yapısal hasar bakımından en çok etkilenen yerleşim bölgelerinden biridir.

Fırat İnşaat Mühendisleri Derneği (FİMDER) ve İnşaat Mühendisliği Bölümü, Yapısal Hasar İnceleme ekiplerinin bölgede yaptığı incelemeler, sürekli ifade ettiğimiz Milli Deprem Stratejisinin gerekliliğini bir kez daha gözler önüne sermiştir.

Nasıl ki insanın, ağacın, hayvanın, böceğin bir ömrü varsa, yapının da sınırlı bir ömrü vardır. Özellikle kırsal kesimde inşa edilmiş yapıların, inşa edilirken kullanılan yapı malzemeleri ve bakım şartlarından dolayı ömürleri daha kısadır. Suç, betonda, taşta, tuğlada veya kerpiçte değildir, suçu başkalarının üzerine atmayalım, suçlu bizleriz. Suçlu, bu konuyla ilgili olan ancak duyarsız kalan herkestir.

Depremden en çok Sarıkamış, Kumlu, Kumyazı, Kartaldere, Tepecik, Yeşilova hattındaki köylerin etkilendiğini gördük. Yapısal hasarın en çok olduğu köylerimiz bu hatta yer almaktaydı. Köylerdeki yapıların geneli yığma taşıyıcı sisteme sahip, kerpiç yapılardır. Yaşlı, ağır ve yıpranmış bu yapıların depreme karşı koyması beklenemez.

Depremin kuvvetini Konakalmaz Köyü’nün minaresinden görebilirsiniz. Minare şerefenin üst seviyesinde, derz bölgesinden sanki kesilip, bir daha yerine geri konulmuş gibi. Aynı hasarı Sarıkamış, Kartaldere ve Tepecik Köylerinin minarelerinde de görebilirsiniz. Peki depremde hasar görüyor diye camilerin sembolü, işaretçisi bu önemli yapılarımızı yapmayalım mı? Elbette yapalım ancak yapı sistemini değiştirelim. Depreme dayanıklı, hafif ve estetik minare sistemleri geliştirelim. Her depremde bu yapıların hasar görmesine rağmen, Diyanet veya Müftülük bu konuda herhangi bir çalışma yapmamaktadır.

Müftülük böyle bir proje başlatırsa, FİMDER’in taşıyıcı sistem hususunda gönüllü, gerekli her desteği vereceğini taahhüt ediyorum. İnanıyorum Mimarlar Odası Elazığ Şubesi de bu konuda gerekeni yapacaktır. Bu konuda basınımızın ve değerli köşe yazarlarımızın da desteğini bekliyoruz.

Deprem ve yapı güvenliği bu ülkeyi seven herkesin gündeminde önemli bir yer işgal etmelidir. Bu konuyu ne kadar çok gündemde tutarsak çözümler o kadar hızlı ortaya çıkacaktır.

Şunu da hatırlatmak isterim, Kütahya-Simav hâlâ sallanıyor. Oradaki vatandaşlarımıza da kolaylıklar diliyorum. İnşallah, en kısa zamanda mutlu yaşantılarına geri dönerler.

Elazığ’daki depremle ilgili fotoğraflara www.firat.org.tr internet adresinden ulaşabilirsiniz. Depremle ilgili son sözümüz hep aynı: “Medeniyet seviyesi yüksek, gözünü yıllar sonrasına dikmiş, hedefleri ve büyük projeleri olan toplumlar, depremde en güvenli mekânları kendi evleri olan toplumlardır”.